“ No puedo!”
Film kategorisinde bile sayılamayacak kadar içe işleyen bir ‘film’, olanca kendine özgü… Beni hem geçmişe hem de geleceğe götürdü.
Ekim 2006’da Barbaros bulvarından aşağı yürürken ateş ve Alperen tarafından ikna edildim SSALTT’ye katılmaya. Her ne kadar atak görünsem de içten içe bir özgüven problemim oldu hep. Korktum insanların yaptıklarımı beğenmemesinden. Sonra gün geldi ve o tozlu sahneye adımımı attım. 1001, 1002 ve 1003 diye saydım içimden ve SAHNE! İlk doğaçlamam: Alperen’le birlikte, Orospu doğacı (bizim tabirimizle).
-Merhaba.
-Merhaba.
-Nasılsın?
-İyiyim.
-Gidelim mi?
-Gidelim.
Replikleriyle bizim yaptığımız küçük oyun. Gözümün önünde hala, insanların nefeslerini tutuşu, beni izleyişleri, tekrar sahne dememizden sonra olan sessizlik ve ardından gelen alkışlar. Evet, mükemmel değildik. İyi ya da kötü, çok eleştirildik. Ama sahnede olmanın büyüsüne öylesine kapılmıştım ki, umurumda bile değildi beğenilmek, başarabilmek. Seyirciyle arama koyduğum 4. Duvardan sonra sahne ve ben baş başa kalırız ve bu yeter. Anıl-Ateş-Ece, tiyatromuzun en atak üç oyuncusu. Her gönüllü istendiğinde yeni bir doğaçlama için, en önce biz koştuk, en ağır eleştiriler bize geldi ve belki de bu yüzden en çok biz geliştik ve güçlendik.
O sene oyun çıkaramadık. Sonrasında da benim ÖSS senem olduğundan ben katılamadım. Yani tiyatro serüvenim hiç gerçek bir oyuna çıkmadan sonlandı, gitti.
Derken üniversiteye geldim. Oryantasyonda SUO’nun “Alternatif oryantasyon” diye adlandırdıkları bir gösteri varmış. Hemen koştum. Işıl ışıllardı onlar sahnede benim gözümde çünkü kostümleri abuk subuktu, eğleniyorlardı ve belli ki bu işi özgürce, gönülden yapıyorlardı. Onlar bir gönüllü istediler, ben de eskiden kalma dürtüyle hemen önlerine atladım. Meğer bir erkek seçeceklermiş çok sürpriz oldum onlar için. [Emir tekrar özür dilerim yerini çaldığım için ama bu da bir ders olsun sana tiyatro beklemeye gelmez].
Her neyse böylece girdim SUO’ya 2008-2009 senesinde benim yer aldığım 3 oyun oldu. Eğlendim, özgür hissettim, huzur doldum. 2010 bahar dönemindeyse tiyatroyu bıraktım. Sonradan olan olaylar yüzünden iyi ki bıraktım desem de hep içimde bir burukluk kaldı.
Noviembre’yle kendimi tekrar tiyatroya muhtaç hissediyorum. Ama kapalı salonlardakilere değil, hep arzuladığım özgürlüğü bana veren sokaklarda, insanları rahatsız etmeyi amaçlayan tiyatrolara. Bir başka deyişle “Belgesel Tiyatro”ya.
“Noviembre”, bir belgesel değil, biyografi değil, tiyatroyla alakalı bir film değil, hem hepsi hem hiçbiri. Noviembre, tiyatro sayesinde nefes alabilen, özgür ve özgün olmak isteyen herkes için. Hayal gücü ve tiyatro makyajıyla ataletin kırılabileceğinin göstergesi.
Muchos gracias Alfredo…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder